Uyanınca

Aklımda resmin; yastık bir solumda bir sağımda bir önümde bir arkamda. Yastık saklanmıyor, yastık ebe. Ben de saklanamıyorum yüzümü yastığa gömmekle. Gözümü kapatamıyorum, yanında olmayanlar gözünü kapattığında daha çok karşındalar. Karşılaşmayalım istiyorum, karşılamayayım seni. Sen gittiğinden beri burası aynı demek istemiyorum geldiğinde, bir şeyler değişsin istiyorum. Bazı şeyler sanki hep aynı kalıyor. İnsan gözünün önünde olduğundan mı fark edemiyor acaba? Sırtımı dönüp yatağa, tavana dikiyorum gözlerimi. O da siyah, oda siyah; gece ne kadar monoton bir şey.

Bir şeyler eksik kaldığında ne kadar düşünse de tamamlayamıyor insan. Dilimin ucunda kelimeler var, o zaman söyleyemediğim. Dilimin ucunda çivi var, elimde çekiç, tahtalar aldım. Tamamlayamıyorum kendimi. Eksik bir şeyler var ikimize dair ya da belki benim aklımda. Kafama kakıyorum gittiğini. Eksik tahtalar düşündürüyor beni. Parmaklarımı dudaklarıma vurarak düşünüyorum.

Uyuyacağım yok, bırakıp yastığın etrafında dört dönmeyi, kalkıyorum yataktan. Koltuğa oturup okumaya başlıyorum. Aslında daha önce başladığım bir okumaya kaldığım yerden devam ediyorum. Önceden okuduklarımı hatırlamaya çalışıyorum, tam hatırlayamıyorum bir türlü. En baştan mı başlasam acaba okumaya ya da nasılsa unutacaksak neden okuyoruz ki bu kadar şeyi. Arkamda duran kitaplığa bakıyorum şöyle bir. On binlerce sayfa, hepsini yakmalı satır satır. Kitaplıktaki tahtalar işime yarayabilir… Başa dönmeyelim, başa döneceksek olduğumuz yerde kalalım daha iyi. Evet en iyisi şimdi okumamak…

Gece 02:10 suları. Bu sular tekin değil, etraf karanlık. Dalgalı saatler bunlar, benim yüzmem iyi değil. Üşütebilirim… Her yol akıl sağlığına çıkıyor. Dikkat etmeliyim. Neyse gece geç bir saat; aklımda sen, okuyamıyorum. Yazmak, gözlerimi kapatmak gibi… Masadan uzak duruyorum. Sadece duruyorum. Masadan uzak durmak bir amaçmış gibi sadece duruyorum. Televizyonda gündüzden kalma programların tekrarına reyting kazandırmak istemiyorum. Bir şey yapmak istemiyorum. İster istemez aklıma geliyorsun.

Pencereden çıkartıyorum yüzümü. Şehre bir yoklama çekiyorum, kaç camdan hayat sızıyor. Sıkı sıkıya çekilmiş perdelere rağmen süzülüyor tek tük evden ışık. Bu saatte uyanık olanlar bir birlerini anlarlar her halde, Onlar nasıl katlanıyorlar geceye? Kaça katlansak geçer bu zaman? Kağıt bile en fazla yediye katlanıyor. Bu katlanmalar yaşlandırıyor beni. Sabah açılınca bir bakıyorum alnımda muntazam kırışıklıklar. Uykusuz her gece izler derinleşiyor iyiden iyiye.

Bir kahve içsem kendime gelirim belki. Bu saat kendine gelmek için fazla erken. Şarap içsem, fazla geç. Her içeceğin bir zamanı var sanki… Tüm alışkanlıklarımıza inat, senle bir şeyler içsek bir yerlerde vakitsiz… Vakitsiz içecek tüketiminden bizi kesmezler korkma, kimseye zararımız dokunmaz. En fazla birbirimize… Onda da ayrılırız geçer. Ayrılık başlar, kendime çok zarar dokunur. Şimdiki gibi olurum. Zamanları düşünmeyelim aslında en iyisi çay koyalım biz. Onun zamanı yok nasılsa. Riske girmeyelim.

Sabaha az kaldı, duş alıp tıraş olup kendimi bir an önce sokağa atmak en iyisi böyle zamanlarda. İnsan, başkalarının yanındayken dikkati dağılıyor daha az düşünüyor. Artık pes ediyorum. Yüzümü yıkayıp tıraş olup bir fincan kahve içip çıkıyorum dışarıya. Sabah, güneş tereddütlü aydınlatırken gök yüzünü börekçiler bekler şehri. Sabahın ilk yaşam belirtilerinden yükselen peynirli sıcacık kokuya doğru yol aldım. Seninle de gelirdik buraya. Senden sonra hep telaş içinde bir yere yetişmeye çalışırken uğradım buraya. İlk defa dilimi yakmadan yiyorum böreği. Dilim yanmış da beklemeyi (üflemeyi) öğrenmişim bu yoğurt düzenli hayatta. Uyumayınca hem daha çok zamanı oluyor insanın hem de uykusu. Uyuyamadığı zamanki tramvalar ne kadar kar dersen artık.

Tramwaya binip eski İstanbul denilen bir yere yolculuk ediyorum. İlk tramway olduğundan çok kalabalık değil. Bu vasıtayı böyle boş yakalamak herkese nasip olmaz aslında. Yılan gibi dolaşa dolaşa varoşları süzülüyoruz surlarından şehrin. Son durakta inecek olmanın rahatlığıyla, başımı cama yaslıyorum., Gecenin uykusuzluğuna yenik düşen gözlerim kapaklarını örtüyor üstüne. Zifiri olmasa da kararıyor biraz ortalık. Seni görüyorum bir an, çok yorgunum…

Published in: on Ağustos 23, 2015 at 9:14 pm  Yorum Yapın  

Hoş Geldin

Kelimeler dökülüyor bazen dilinden, dağılıyor etrafa toplamaya çalışıyorsun yerden. Kelimeler ağır, kıpırdatamıyorsun. Kıpırdayamıyorsun bazen. Misafir de var kalbinin kapısında; için kıpır kıpır, içinde bir yorgunluk. İçin için çelişiyorsun kendinle. Böyle merhaba demek olmaz. Her yer her yerde, zaman yok. Son gücünle kalkıyorsun ayağa, devirip cümlelerini, içi boş büyük ceviz dolaba tıkıyorsun ne varsa. Dolaba koyduklarını unutuyorsun. Ne vardı acaba? Hatırlamadığın zamanları yaşamamış gibisin. Kilitliyorsun dolabı, sırtını dayayıp derin bir nefes alıyorsun. Bugün sanki ilk günün… Aynaya son kez bakıp açıyorsun kapıyı. Gülmek geliyor dudaklarına, tebessüme yetiyor. Hoş geldin…

Published in: on Temmuz 19, 2015 at 11:08 am  Yorum Yapın